30 Nisan 2016 Cumartesi

Kahve tutkunu genç kadının öyküsünü Bach'tan dinlemek...


'İstanbul'u büyütmeye yönelik yapılan her yatırım, aslında tarihi ve doğal güzellikleriyle çok önemli tarihi bir dünya kenti olup da, her geçen gün can çekişen  İstanbul'u bitirmeye yöneliktirdemem abartı sayılmamalı.

İstanbul'da yaşayanlar bilirler. Ulaşım giderek daha da karmaşıklaşan bir sorundur. O nedenle İstanbullular; toplu ulaşım araçlarıyla da olsa, kişisel araçlarıyla da olsa,  bir yerden bir yere gitmeyi planlarken çok düşünürler
Hele son yıllarda, görgüsüzlük ve aç gözlülüğün tavan yaptığı bir dönemde; aslında "kent" olmaktan bile çıkmış, güzelim İstanbul'un görüntüleri ancak siyah beyaz Yeşilçam filmlerinde kalmış bu "mega ucûbede" kültür, sanat etkinliklerini takip etmeyi alışkanlık haline getiren kesimler de etkinliğin, kendi yerleşimlerine yakın olanını tercih ederler. 


Gitmeye can attığım bu etkinlik, "her mesafenin bana uyduğu" gençlik yıllarını geride bırakmış bana hayli uzakta görünen, Kadıköy Moda'da olunca, bende de; "gitsem mi, gitmesem mi" muhasebesi yaptırmıştı doğrusu.
  

Türkiye'ye dayatılmaya çalışılan rejimin sevmediği etkinliklerden arındırarak iyice çoraklaştırdığı memleketteki kültür/sanat ortamında, kafamda yaptığım "uzaklık muhasebesi"; ışık hızıyla sonuçlandı tabii ve kendimi Kadıköy'de vapurdan inmiş,  Moda yollarında buldum... 


"İyi ki de gitmişim" diyeceğimi başından biliyordum. Ilık bir İstanbul akşamında, etkinliğin yapılacağı "All Saints Moda Kilisesi" önüne varınca 1878 yılında inşa edilmiş bu küçük kilise binasını görmem bile bende bir hoşluk yarattı.


Kilisenin tarihçesine de baktım, Kiliseyi mimar G. E. Street inşa etmiş. Street, Beyoğlu, Tünel’de, bugünkü İsveç Konsolosluğu binasının arkasında bulunan ve Crimean Memorial Anglikan Kilisesi’nin de mimarıymış aynı zamanda.
 1906 yılına kadar Delcorda Sokağı olarak bilinen Yusuf Kamil Paşa Sokağı'nda da, şimdi Şair Nefi Sokağı olarak bilinen Loranda Sokağı'nda da bir grup İngiliz aileler yaşamlarını sürdürmekteyken, bu ailelerden biri olan Whittal ailesi  'All Saints Moda Kilisesi'nin yapımına ön ayak olmuş...


İstanbul'un Kadıköy ilçesi, Moda semtindeki "All Saints Moda Kilisesi"nde Arda Ardaşes Agoşyan yönetiminde CorISTAnbul Oda Orkestrası eşliğinde gerçekleşen ve solistliklerini, soprano Natali Boğosyan, bariton Kevork Tavityan ve tenor Ahmet Baykara'nın yaptığı "J. S. Bach Gecesi"; bana ve salonu ayakta izlemecesine dolduran Kadıköylülere, karmaşık Türkiye gündeminden bir an olsun uzaklaşma ve ruhsal dinginlik olanağı sundu. 


Konser sonunda seyircilerin uzun süre ayakta alkışladığı sanatçılar, Kahvenin Hatrı" temalı konserde; kendisi de bir kahve tutkunu olan Alman barok müzik bestecisi Johann Sebastian Bach'ın (21 Mart 1685 - 28 Temmuz 1750); dönemin kahve modasını hikayeleştiren Alman şair Picander'in öyküsünden bestelediği 'Kahve Kantatı' adlı eserini icra etti. 

Bach'ın ünlü eserindeki Liesgen karakteri için yazdığı bölümü (soprano) Natali Boğosyan; Schlendrian'ı (bariton) Kevork Tavityan, anlatıcıyı da (tenor) Ahmet Baykara seslendirdi.

Quill Prodüksiyon tarafından, All Saints Moda Kilisesi'nde düzenlenen konserin teması ile ilgili izleyicilere ön bilgi veren CorISTAnbul Oda Orkestrası'nın şefi  Arda Ardaşes Agoşyan yaptığı açıklamada; "Bach'ın, kilise çalışmalarının yanı sıra profesyonel müzisyen ve üniversite öğrencilerinin birlikte konser verdikleri gönüllü bir topluluğun da direktörlüğünü üstlendiğini" ve "bu topluluğun, güzel havalarda Çarşamba akşam üzerleri Herr Zimmermann’ın kafesinin bahçesinde, kışları ise; Cuma akşamları kafenin içinde konserler verdiğini" hatırlatarak şunları söyledi:


KAHVE TUTKUNU GENÇ KADINDAN BABASINA:"KAHVENİN TADI ŞARAPTAN BİLE LEZZETLİ..."


"...Bach, şimdi seslendireceğimiz 'Kahve Kantatı' adlı eserini de işte bu topluluğun kafede seslendirmesi için bestelemişti. Alman şair ve librettist Picander’e ait olan öykünün teması 18. yüzyıl Almanyası’nın kahveye olan düşkünlüğüdür. 


Hikayede, genç bir kız olan Liesgen’in kahveye olan düşkünlüğü, babası Schlendrian’ın ise onu tehdide varan uyarılarla vazgeçirmeye çalışması anlatılır.

Kantatın başında anlatıcı içeri girer, öncelikle kafedeki herkesi susturur ve 'Konuşmayı bırakıp, dinleyin' der, 'Şimdi içeri Schlendrian ve kızı Liesgen girecek. Schlendrian çok öfkeli, homurdanıyor, bakın dinleyin kızı Liesgen onu nasıl kızdırmış…' Schlendrian girer; kız çocuklarının babalarının başlarına nasıl bin bir dert açtığından, babaların onlara nasıl söz geçiremediğinden yakınır.


Liesgen’i görünce onu kahve içmemesi konusunda azarlasa da Liesgen günde üç kez kahve içmezse sıkıcı bir insana dönüşeceğini söyler ve dahası, kahvenin tadının ne kadar güzel olduğunu, şaraptan bile daha lezzetli olduğunu babasına uzun uzun anlatır durur. 


Bunun üzerine daha da öfkelenen Schlendrian, kızına tehditler savurmaya başlar: 

'Kahveyi bırakmazsan şayet, bundan sonra partilere gidemezsin, yürüyüşe çıkamazsın, istediğin balon eteği almam sonra, camdan dışarı burnunu dahi uzatamazsın, bak şapkana kurdele de almam!'

Bunlar Liesgen’in umrunda bile değildir. Babası yeter ki, kahvesine dokunmasın. Schlendrian ise düşünür taşınır ve kızına karşı kullanabileceği en büyük kozu bulur! 'Tamam, kahve içmeye devam et. Ama o zaman asla bir kocan olmayacağını da kafana koy!..'


İnatçı Liesgen babasının ağzından 'man' yani koca lafını duyar duymaz ikna olur, 'Tamam babacığım, kahveyi şu anda bırakıyorum!' 


Ama, bu kez de hemen o gün bir eş sahibi olmak konusunda ısrarcıdır…

Picander’in yazdığı hikaye aslında burada son bulmaktadır. Ancak kendisi de bir kahve düşkünü olan Bach bu hikayeye, Liesgen’in tarafını tutacak şekilde bir son yazmıştır: 


...Normalde sadece başta içeri giren anlatıcı Bach’ın versiyonunda tekrar geri gelir ve şunları söyler:

'Schlendrian kızı için bir eş aramak üzere yola koyulur koyulmasına ama; Liesgen de etrafa gizlice haber salar: Kendisinin kahve içmesine izin vermeyecek hiçbir erkeği kendisine eş olarak kabul etmeyecektir! Hatta eşinin, canı istediğinde kahve yapmasına izin vermeye söz vermesi gerektiğini evlilik kontratına dahi yazdıracaktır!'


En sonunda anlatıcı, Schlendrian ve Liesgen koro halinde şunları söylerler: 

'Kedi farenin peşini bırakamaz, genç kızlar da kahveden uzak duramaz. Annenin kahve içme alışkanlığı var, e anneanne de içerdi, öyleyse kızı kim suçlayabilir?...'..."

* * *


İCRA EDİLEN ESERLER


Gecede performanslarını sergileyen sanatçılar ve icra ettikleri eserler şöyle: 

» Orkestra şefi: Arda Ardaşes Agoşyan

» Liesgen (soprano): Natali Boğosyan
» Schlendrian (bariton): Kevork Tavityan
» Anlatıcı (tenor): Ahmet Baykara

Flüt solo: Ceren Dik
Klavsen: İklim Tamkan
CorISTAnbul Oda Orkestrası

* *



» 1- Bach: "Air," 3. Orkestra Suiti'nden 2. Bölüm, BWV 1068

» 2- Bach: Orkestra suiti, No.2, BWV 1067
Flüt Solo: Ceren Dik

» 3- Bach: Kahve Kantatı, BWV 211

Soprano: Natali Boğosyan
Bariton: Kevork Tavityan
Tenor: Ahmet Baykara...





[İstanbul, Kadıköy,  All Saints Moda Kilisesi, 27 Nisan 2016]






Yalçın Ergündoğan











* * *


===========================




27 Nisan 2016 Çarşamba

Piyano ve klavsenle caz ile barok müziğin dansı...



BACH PLUCKED UNPLUCKED...
  
Benim için ilginç, çok değişik ve keyif aldığım bir konser oldu.  İlginçliği ve değişikliği; izlenimlerimi aktardığım bu yazımın başlığında saklı aslında. 

» » Edouard Ferlet, piyano, beste,

» » Violaine Cochard, klavsen.




Bu gece sahnede performanslarını izlediğimiz  Édouard Ferlet hem caz piyanisti, (özgeçmişindeki bilgilere görehem de doğaçlama yazmaya alışık bir besteci; Violaine Cochard ise klavsenci ve barok repertuvara sahip biri olunca haliyle değişik bir şey ortaya çıkıveriyor.

Birinin vurularak , diğerininse telleri tutularak çalınan enstrümanlarının bu kadar ender bir uyumlulukta ustalıkla çalınması biz salonu dolduranları sahiden coşturdu...


Bu görülesi performansta, Bach besteleri ve müziğinin Édouard Ferlet’nin özgün bestelerine büyük bir beceriyle kombinasyonu kendine özgü bir müzik ortaya çıkıverdi. 

İkilinin sunduğu programı da sizlerle paylaştığımda, vurgulamak istediğim çeşitlilik ve kombinasyon sanırım daha iyi anlaşılacak. 

» » JE ME SOUVIENS (Edouard Ferlet)
Gigue de la Partita n°1 pour clavecin BWV 825 (J.S. Bach)
» » APARTÉ (Edouard Ferlet)
Prélude du clavier bien tempéré BWV 855 (J.S. Bach / A Siloti)
» » UTOPIA (Edouard Ferlet)
Sinfonia pour clavecin BWV 797 (J.S. Bach)
» » ENTRE ÉCORCE (Edouard Ferlet)
Allegro de la sonate en ré mineur pour clavecin BWV 964 (J.S. Bach)
» » APRÈS VOUS (J-S BACH/Edouard Ferlet)
Allemande de la 4ème suite française pour clavecin BWV 815 (J.S. Bach)



» » PHÉNIX (Edouard Ferlet)
Variation Goldberg n°20 BWV 988 (J.S. Bach)
» » À LA SUITE DE JEAN (Edouard Ferlet)
Allegro de la sonate en ré mineur pour clavecin BWV 964 (J.S. Bach)
» » ERBARME DICH (J-S BACH)
Allemande de la 4ème suite française pour clavecin BWV 815 (J.S. Bach)
» » JE ME SOUVIENS PLUS (Edouard Ferlet)
Variation Goldberg n°20 BWV 988 (J.S. Bach)
» » MAGNETIC TANGO (Edouard Ferlet)



Sanatçılarımızın öz geçmişlerine de kısaca bir göz atmak isteyenler için de biraz bilgi paylaşayım.


» Violaine Cochard, Klavsenci:   Barok dünyasından en etkin sanatçı ve topluluklarla çalışan Violaine Cochard, barok müziğin bestecilerine ve partisyonlarına hak ettikleri değeri vererek, bu şekilde yıllar içinde kendi müzik tarzını geliştirmiş.
1973’te Angers’de doğan Violaine Cochard, klavsen eğitimine 8 yaşında, doğduğu kentin konservatuvarında, Françoise Marmin ile başlamış. 
1991’de klavsen dalında bir birincilik ödülü, 1994’te ise oybirliğiyle basso ve klavsen dallarında iki birincilik ödülü almış. Haziran 1999’da Montreal Uluslararası Klavsen Yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş.

Kurucusu olduğu Amarillis topluluğuyla üçlü oluşturarak, York (1995), Fnapec (1997) ve Gustav Leonhardt tarafından yönetilen Sinfonia (1997) gibi yarışmalarda birincilikler  almış.

* *
» Edouard Ferlet, Piyanist, besteci:  Saygın bir kurum olan Berklee College Of Music’te üç yıl boyunca müziğin her şeklini okuduktan sonra, yirmi yaşlarında Fransa’ya dönerek, profesyonel müzik kariyerine başlamış. 

Bir dönem, zamanını bir yandan görsel-işitsel dünyasına beste ve aranjman çalışmaları yaparak, diğer yandan da genç bir caz piyanisti olarak Paris’in gece kulüplerinde çalarak geçirmiş.

Lirizm, biçimsel incelik ve duyarlılığı yansıtan son derece özgün bir sesi, 1999’da, kontrbasçı Jean-Philippe Viret ile birlikte kurulan Trio Viret ile bulmuş.

Ferlet, çağdaş cazın en yaratıcılarından olarak kabul edilen bir topluluğu geliştirmek üzere aktif çaba harcamakla birlikte; sanat bağımsızlığı uğruna 2005 yılında Melisse ile birlikte kendi plak üretim, müzik yayıncılığı ve gösteri oluşturma yapısını oluşturmayı başarmış. Sonunda Fransa caz sahnesinin en önemli aktörlerinden de biri olmuş.

Edouard Ferlet, 2012 yılında, üzerinde aşkla oynanıp değişiklikler yapılan bir Jean-Sébastien Bach müziğine adanan ikinci solo plağı "Think Bach"’ın çıkmasıyla, yeteneğinin başka bir yanını daha ortaya koymuş.
Ferlet, bu projenin devamı olarak bugün barok müzik ile doğaçlama arasındaki alanı keşif çalışmalarına devam ederek, bu amaçla klavsenci Violaine Cochard ile ikili olarak işbirliğini geliştirmeyi sürdürüyor... 


[Notre Dame de Sion (NDS) LisesiHarbiye-İstanbul, 21 Nisan 2016]



* * *



=========================





25 Nisan 2016 Pazartesi

Toplumca yalana dayalı senaryoyu ne zaman elimizin tersiyle itip, inkârdan vaz geçeceğiz?!..



Tabu haline getirilen, gizlenen gerçeğin farkına vardığımdan bu yana, her 24 Nisan geldiğinde bir burukluk çöker içime. Nasıl ve neden geç kaldığımı da sorgularım hep, bu vesile ile. 




Bu yıl da, İHD'nin, Ermeni soykırımının başlangıcı sayılan Ermeni aydınlarının bir gecede evlerinden toplanıp deniz yoluyla Haydarpaşa'ya getirilerek trenlerle bilinmeyene sevk edildiği güzergahı izleyen düzenlediği anma programına katılmak üzere, Kabataş iskelesine geldim. 


Bizi bekleyen tekneye bindim...



Yollarda bin bir türlü hakaret ve zulme maruz bırakılarak katledilen Ermeni aydınlarının resimleri ellerde taşınmak üzere, katılımcılara dağıtılıyordu. 
Bana Krikor Torosyan'ın resmini  taşımak düştü. Duygulandım...




Ulus devlet yaratma zorbalığı ile "Tek ulus,tek ırk, tek dil, tek din, tek millet" anlayışını dayatarak Anadolu'daki yurtlarından, binlerce yıldır yaşadıkları ana vatanlarından sürülerek, katledilen Ermenilere yönelik 1915 yılında gerçekleştirilen  soykırımın 101. yılında, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili  Garo Paylan, 24 Nisan 1915'te tutuklanıp öldürülen Ermeni mebusların fotoğraflarını TBMM sıralarına koyarak mecliste andı ve akıbetlerini sordu. 

Sivas Mebusları Garabet Paşayan ve Nazaret Dağavaryan, İstanbul Mebusu Krikor Zohrab'ın da aralarında olduğu fotoğraflar HDP sıralarına yerleştirildi. Böylelikle, soykırımın mirası üzerine kurulan TC. devleti inkârı sürdürürken, soykırımın 101. yılında soykırım gerçeği TBMM'de yüze vuruldu!.. 

Bu yüze vurma, hem siyasetçilere, hem de çeşitli illüzyonlarla ve uyduruk tarih yazımı ile kandırılmaya çalışılan halka, yeni kuşak genç bireylere idi sanki... 
İz bırakmasını dilerim.



Aslında, 101. yılında Ermeni Soykırımı anma eylemlerinin Türkiye ayağındaki ilk etkinliği, 578. haftasında oturma eylemlerini sürdürerek kayıplarının akıbetini sormaya devam eden Cumartesi Anneleri/İnsanları' yapmıştı. 


Cumartesi Anneleri/İnsanları, kaybedilen yakınlarının fotoğraflarının yanı sıra, bu hafta 24 Nisan 1915 soykırımın başlangıç sinyali olarak hayattan koparılan Ermeni aydınların fotoğraflarını da taşıdılar.


 Anma programı boyunca, "Ermeni soykırımını tanı, af dile, tazmin et! " yazılı pankartın Türkçesi, İngilizcesi ve Ermenicesi ayrı ayrı taşındı... 

Anma programına göre, Haydarpaşa Garı'na doğru başlayan gemi yolculuğumuzda, sesinin olanca etkileyiciliğiyle  sanatçı Leman Stehn Ermeni ilahileri ve Gomidas türküleri söyledi bizlere, yol boyunca...


 İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon tarafından  düzenlenen anma programına, aralarında EGAM (Avrupa Irkçılık Karşıtları Hareketi), Ermeni Hayırseverler Genel Birliği (AGBU) , Fransız Senatosu’nun sosyalist üyesi Philippe Kalntenbach ve İngiltere İşçi Partisi milletvekili Avrupa Parlamentosu üyesi Julie Ward'ın da bulunduğu bir heyet de katıldı...



Kabataş iskelesinden anmaya katılmak üzere, bizler gibi gemiye binenlerin dışında, çok sayıda duyarlı Türkiyeli hak savunucusu yurttaş da bizleri Haydarpaşa Tren Garı önünde bekler bulduk... 

Haydarpaşa garı göründüğünde gemidekilerde, özellikle de diaspora temsilcilerindeki buruk heyecanın arttığı gözlerden okunabiliyordu.


Kim bilir kimler vardı Sarayburnu'ndan Haydarpaşa'ya doğru giden o teknelerin içinde. 

Tekneler hızla yol alırken, evlerinden apar topar toplanan Ermeni aydınları, başlarına geleceği sezebilmişler miydi?. Sorular, sorular... 

"101 yıl önce bugün, 24 Nisan 1915’te başlayan tutuklamalarda Ermeni toplumunun her kesiminden kişiler, ama özellikle düşünce önderleri, şairler, yazarlar, gazeteciler İstanbul Sarayburnu’ndan gemiyle işte buraya,Haydarpaşa’ya getirildiler. Anadolu’nun içlerine, aslında ölüme götürüldüler. Çok az kişi kurtulabildi. Çoğu katledildi. Soykırım süreci simgesel olarak bu tutuklamalarla başladı..."


İşte şu anda, Haydarpaşa Garı önündeyiz. Bizlerin gemiyle gelişini bekleyenlerle kucaklaşıp yaşamlarını yitiren tüm soykırım kayıpları için saygı duruşunda bulunuyoruz...


"1915 soykırımı, aynı zamanda “SEYFO” demekti. Süryani halkının kitlesel kırımı ve sürgünüydü. Ve aynı zamanda Küçük Asya ve Pontos Rumlarının soyunun kırılması demekti..." 



Haydarpaşa Garı önünde, İnsan hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon'un açıklaması Av. Eren Keskin tarafından  okundu. Daha sonra metnin Ermenicesi de okundu.



"...Soykırımın inkârı, soykırımın sürekli kılınmasıdır. Çünkü inkâr, kurumsallaşır, daha da ötesi toplumsallaşır, fail nesiller tarafından içselleştirilir. İnkâr, kurbanların kimliğine karşı nefretin sürekli üretilmesidir. 
Cezalandırılmayan insanlığa karşı suç, Türkiye’de darbelerle, Kürt isyanlarının kanla bastırılmasıyla, Dersim soykırımıyla, 90’larda köyleri ateşe vermeler ve boşaltmalarla, milyonlarca kişinin kendi yurdunda mülteci haline getirilmesiyle işlenmeye devam etti. Çünkü, 1915 soykırımı ve onun inkârı, devletin istediği zaman hukuk dışına çıkabileceği ve suç işleyebileceği önkabulü köklü bir şekilde sisteme ve zihinlere yerleştirildi, benimsetildi ve normalleştirildi. 
Bu nedenledir ki darbeler, işkenceler, zorla kaybetmeler, faili meçhuller, suç değil, devletin mecbur kaldığında yapması gereken şeyler olarak görüldü. Sorumlular cezasızlık zırhıyla korundu..."



Ellerimizdeki karanfilleri, anma etkinliğinin sonunda hep birlikte denize bıraktık. Dalgaların onları götüreceği yere doğru arkalarından hüzünle baktık...



"Soykırım ve onun inkârından bu yana Türkiye’de kan, gözyaşı, ağıtlar dinmedi. Çünkü suç cezalanmadı, yeni suçlarla devam etti ve suçlular cezasız kaldı. Çünkü adalet yerini bulmadı. 
Soykırımın mezarsız ölüleri azap çekmeye devam ediyor. 

Her zaman söyledik, yine söylüyoruz:

» Soykırım tanınmadıkça, 

» Dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermenilerden,

» Süryanilerden, Rumlardan af dilenmedikçe, 

» El konulan nakit ve taşınmaz mallar tazmin edilmedikçe, 

» Kürtlere karşı yürütülen savaştan vaz geçilmedikçe, Kürtlere kendi kaderlerini tayin hakkı verilmedikçe, 

» Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygılı bir düzen tesis edilmedikçe,

Adalet yerini bulmayacak, soykırımın laneti bu ülkenin üzerinden kalkmayacak, Türkiye gün yüzü görmeyecektir. Bu bir öngörü değil, gerçeğin ta kendisidir!.." 



Haydarpaşa Garı önündeki  programının ardından, katılımcılar  24 Nisan 2011’de, zorunlu askerliğini yaptığı sırada öldürülen Sevag Balıkçı'nın, mezarı başındaki anmaya da katıldı.



Günün sonunda ise; İstanbul, Beyoğlu Tünel Meydanı'nda sessiz bir oturma eylemi gerçekleşti...





                                       
» Yalçın Ergündoğan, İstanbul, 24 Nisan 2016]




* * *


Yalçın Ergündoğan
 X: @Y_Ergundogan    Threads:  @Yergundogan
Mastodon:  @Yergundogan    E-Posta: yalcin.ergundogan@gmail.com


_________________________________




* * *



» » 101. yılında inkâr sürerken, soykırım TBMM'de de yüze vuruldu... (sesonline.net HABER)

TIKLAYINIZ:

* * 



» » Soykırımın 101. yılında ölüme gönderildikleri Haydarpaşa Garı'nda anıldılar (sesonline.net HABER)

TIKLAYINIZ:



* * *


================================