O sıralar babam kamu görevlisi olduğundan (dönemin PTT müdürü) sık sık, bir kentten diğerine tayin olurdu. Bu kez Manisa’ya bağlı, Gediz ovasının doğu kesiminde yer alan Alaşehir ilçesinde yerleşik idik. Sünnet töreni için gerekli hazırlıklar yapılmış, davetiyeler bastırılmıştı.
DARBE GELİYOR...
Evde sünnet töreni telaşı yaşanır, davetiyelerden kent dışına gönderilecekler postaya verilmeye hazırlanırken, sabahın çok erken saatlerinde babam bir sevinç çığlığı ile zıplayıp hepimizi uyandırıverdi. O da ne? Babamın yaşadığı bu sevince bakılırsa, ‘çok iyi bir şey’ olmuştu... O sıralar başka alternatifi olmayan radyonun başına toplanmış, pür dikkat söylenenleri dinliyorduk...
Adını sonradan öğreneceğim ve ileriki yaşamımda adını sık sık lanetle anmamı sağlayacak eylemlilikler içinde olacak kalın, tok sesli bir “amca” radyodan sesleniyordu: “Türk Silahlı Kuvvetleri memleket idaresine el koymuştur... Nato’ya, Cento’ya bağlıyız!..” Tarih: 27 Mayıs 1960!
Hiç unutmuyorum. Rahmetli babam hemen giyinip, üst katı bizim ikamet ettiğimiz lojman olan, bahçeli binanın alt katındaki PTT’yi açıp; “iletişim için, bugün bize çok ihtiyaç olur” düşüncesi ile sabahın altısında görevli diğer memurları da evimizdeki telefonla işbaşına çağırmıştı... (O tarihte her evde telefon yoktu tabii, ama PTT çalışanlarının tümünde vardı.)
Babam apar topar ‘görev başı’ yaptıktan sonra, çocuk aklı ile olanı anlamaya çalışırken anneme, teyzeme, anneanneme sormuş onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışmıştım. Evde herkes hemfikirdi. “Ordu kötü gidişe ‘dur’ demişti!..” Bizim evde herkes aynı şeyi söylediğine göre; “eh, mesele yoktu...”
Günün ilerleyen saatleri içinde bizim evin bahçesinin önünden “davul, zurna sesleri” yükselmeye başladı. Evdekiler olarak, hepimiz pencereye koştuk ne oluyor diye. Aa, ah!.. O da ne? Pek öyle, düğünde, eğlencede falan hiç oynadığına tanık olmadığım, sonraki yıllarda da hiç o halde görmediğim babam, “davul zurna tutmuş”, çevrede birikenlerle birlikte çalıp oynuyorlar...
TOPLUMA EMİRNAME
Alaşehir’de ve Türkiye’nin başka evlerinde durum aynı mıydı, herkes ‘sevinç’ içinde mi idi, onu daha sonraki yıllarda çok daha iyi anlayacak ve kavrayacaktım. Ama o an bizim evde durum böyleydi. Evde babamın başını çektiği ‘sevinç’, Haziran’ın ilk haftalarında bizim “sünnet” günü yaklaşırken aniden bir sessizliğe ve kızgınlığa dönüşüverdi. Sonradan çok sık duyacağım ‘Sıkıyönetim’ sözcüğünün o zamanki adı olan “Örfi İdare”yle çocuk yaşımda tanışmış oldum. Evdeki sessizliğin nedeni de buydu işte. Bizim “sünnet” yatmıştı!.. Davetiyeleri basılan, hazırlıkları yapılan “tören”, evcek o kadar sevinçle karşıladığımız “ihtilal”le berbat olmuştu. Çünkü, kente ve ilgili birimlere çeşitli kanallardan iletilmek üzere yayınlanan Milli Birlik Komitesi bildirilerinden birinde şu “emir” yer alıyordu. “İkinci bir emre kadar, 3 kişinin bir araya gelmesi YASAKTIR!.. Nişan, nikah, düğün vb. toplantılar da ertelenmiştir!..”
Sonradan babam, ilçedeki askeri yetkililere gide gele, görüşe görüşe, davetiyelerde yazılan tarihten epey bir zaman sonra gereken “izni” koparmıştı da, benim sünnet de gerçekleşebilmişti. Tabii davetiyeler ve hazırlıklar da sil baştan...
DARBE ZEMİNİ OLUŞTURMA GÖREVİ
Şimdi o günlerden kalma kalın ciltli bir kitap var elimde. “Ak Devrim” adını taşıyan kitap, hemen ilk yaprağında “Başbakanlık Devlet Basımevi, 1960” ibaresini taşıyor. O zamana göre, “lüks” sayılan bir baskı kalitesine sahip kitap, 27 Mayıs öncesini ve sonrasını darbecilerin gözünden fotoğraflı bir şekilde anlatıyor. Darbecilerin bir nevi “resmi tarih” çalışması yani. O zamanlar tüm devlet kurumlarına dağıtılmış. 1971 yılında da, babam bana armağan etmiş. Cildi biraz yıpranmış diye, tarafımdan ciltlettirilmiş.
İki kez üst üste yapılan seçimlerde, halk oyu ile açık ara iş başına gelmiş bir hükümeti silah zoru ile, zorbalıkla devirme çabalarının panoraması. Bu yazıyı kaleme alırken yeniden göz gezdirdim kitaba. Bugünkü çabaları çok çağrıştırıyor. Cuntaların faaliyetleri, meşru hükümeti devirme gayreti ile kurulan ittifaklar apaçık. Hukukçuların yürüyüşü, Üniversite profesörlerinin cüppeleri ile yürüyüşü. “Ordu-Gençlik el ele” pankartları. Sıklaşan Anıtkabir ziyaretleri. Demokrat Parti yöneticilerinin, hükümet aleyhine gösterilere katılan öğrencileri öldürüp, ‘et kıyma makinelerinde’ imha ettikleri yalanı, daha neler, neler...
DARBELER MÜZEYE...
Geçenlerde Genç Siviller’in, 27 Mayıs darbecilerinin göstermelik mahkemelerini kurdukları ve seçilmişlere zindan ettikleri Yassıada’yı “Demokrasi Adası” yapma ve orada kurulacak bir müze ile, “Darbeleri müzeye kaldırma” kampanyası kapsamında düzenledikleri Yassıada etkinliğine katılmıştım. Dönemin Demokrat Parti mensuplarının yakınlarının da katılımıyla “mahkeme salonunda” gerçekleşen toplantıda idamdan dönen Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın torunu Emine Gürsoy da konuştu. Gürsoy’un anlattıklarını dinlerken, geçmiştekilerle bugünkü girişimlerin ne kadar paralellikler taşıdığını düşündüm. Türkiye’de yaygın olarak ilk kez darbecilerin yargılanmaya hazırlanıldığı şu günlerde evi aranan, ifadeye çağrılan ya da gözaltına alınan, tutuklanan kimi kişiler için söylenenler aklıma geliverdi birden: “Canım, bu saygın kişiler mi darbeci, şu profesörler mi darbeci? Bu dava komplo...”
Tarih belgeleri de açıkça gösteriyor, belgeleri inceleyen Emine Gürsoy da söylüyor. Unutmamak gerekir, silahı eline alıp son noktayı koyan darbeci kadar, akıl hocaları ve darbe zemininin yaratıcıları da suça ortaktır. “Burada aslında 'milli irade' yargılandı. Darbeciler büyükbabamın da içinde bulunduğu çok sayıda tutukluyu ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Darbe destekçisi profesörler, Anayasa hukukçuları, yapılana kılıf uydurmada darbecilere yol gösterdi. Onlara, 'bu tutukladığınız kişilere yönelik 'somut suçlar bulmazsanız, o suçlara istinaden bir yargılama yapmaz ya da yapamaz iseniz, siz 'suçlu' durumuna düşersiniz...' şeklinde yönlendirmelerde bulundular. Onların bu telkinleri ve yönlendirmeleri ile darbeciler (bugün komik duruma düşen)çeşitli suçlar yarattılar, düzmece davalar açtılar. Yine bu darbeci profesörler, idamlar için de çok yol gösterici oldular...”
* * *
Sonradan her darbenin kendi Anayasasını hazırlamasına yol açan bir darbenin, meşru iktidarı alaşağı etmede kitle tabanı yaratmak için yürürlüğe koyduğu Anayasayı bir dönem de olsa “özgürlükçü” diye savunduğum için kendimle yüzleşiyorum. Sonraki darbelerden çok çekmiş, yaşamını sol, sosyalist siyasi mücadeleler içinde geçirmiş biri olarak o darbede yakınlarını kaybeden, acılar çeken herkesten, birey olarak, yurttaş olarak “özür diliyorum!..”
27 Mayıs da, ‘devrim’ falan değil, apaçık, düpedüz bir darbe idi. Favori darbesi olanlara duyurulur...
Yalçın Ergündoğan, 27 Mayıs 2009, Sesonline.net
* * *
=======================================================
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder