9 Şubat 2008 Cumartesi

İkinci yaşam ve ‘3 B’ // Yaşam saat ve takvim


İkinci yaşam ve ‘3 B’

Teoman’ın kendine özgü duygulu sesiyle dillendirdiği “Paramparça” adlı şarkısının müziği belleğimden kulaklarıma akarken, müziğin ritmi ile şarkının sözlerini mırıldanıyorum:
“Saatim yok tam olarak bilemem / Biraz bira, biraz şarap önceydi/ Nasıl oluyor; vakit bir türlü geçmezken / Yıllar, hayatlar geçiyor?/ Kayıp bir bavul gibiyim havaalanında / Ya da boş bir yüzme havuzu sonbaharda / Çok mu ayıp hâlâ mutluluk istemek? / Neyse zaten hiç halim yok / Bugün benim doğum günüm / Hem sarhoşum, hem yastayım / Bir bar taburesi üstünde / Babamın öldüğü yaştayım/ Bugün benim doğum günüm / Kelimeler büyüyor ağzımda / Bildiğim bütün hayatlar / Paramparça / Takatim yok, yine de telefona sarıldım / Son bir özür için tüm sevdiğim kadınlardan / Aradım, mesajlar çıktı kapattım / Telesekretere konuşamayanlardanım / Bugün benim doğum günüm...”


* * *





Aslında doğum günüm olsa idi bu gün, belki bu denli bir duygu çağrışımı yaratmazdı bende. Çok yıllar geçti o günden bu yana. Oturup üzerine bir yazı yazmak da, aklıma gelmedi hiç. Ama söz konusu olan ‘ikinci bir doğum günü’ ise; ister istemez bir heyecan yaratıyor ki; bu satırlar dökülüverdi kalemimden. Şarkı sözünde dendiği gibi yıllar, hayatlar ne çabuk geçiyor. Aslında genç yaşında ölen, babamın öldüğü yaşı da geçtim...


* * *

Şimdi profesör olan, o zaman doçentliğinin son demlerindeki beyin cerrahı Dr. Tayfun Dalbastı ve dünyaca tanınan, alanında otorite kabul edilen Prof. Dr. Nurcan Özdamar gibi bilim insanları ve çalışma ekibinin gayretleri ile 6 Mart 2007’de geçirdiğim beyin ameliyatı sonrası yeniden doğmuş ‘gibi’ oldum. “Gibi” deme diyorlar bana... “Yeniden doğdun, ikinci yaşamındasın!..”



Yaşama dönüp kendime geldiğimde teşekkürüme karşılık Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin bu değerli hocaları “biz bir şeyler yaptık, ama tesadüfler zinciri yaşamda kalmanı sağladı. Unutma ki; ‘ikinci yaşamındasın’, değerini bil” demişlerdi. 

İlk kez 2 aylık bir zorunlu aradan sonra 5 Mayıs 2007 tarihinde yazdığım “Yaşam, saat ve takvim” başlıklı sizlere ve yaşama “yeniden merhaba” diyen yazımda başıma gelenleri ve başımdan geçenleri anlatmış, “yaşamak, her şeye rağmen güzel” demiştim. Yaşama tutunmama neden olan, ameliyat, rastlantılar, doktorların mahareti... ise de, çok önemli bir diğeri de doğrudan ziyaret, telefon ve çok sayıda sıcak okur ve dost mektupları idi tabii ki. Beni çok duygulandıran mektuplardan biri de Yaşam, saat ve takvim” başlıklı dönüş yazımdan sonra değerli yazar, sanatçı, sevgili dost Bilgesu Erenus’tan gelendi. Saklamıştım. Şimdi sizlerle paylaşıyorum:

Sizi geçen yılın temmuzunda (2006) tuttuğum bir notla selamlamak istiyorum: "Az önce BirGün Gazetesi'nden Yalçın Ergündoğan'ın ‘11 Numara ve Tecrit’ yazısını okudum. Ne güzel duyup, duyurmuş! Yazı, 'Kara kaplı kitaplarınızdaki hiçbir "suçun" karşılığı bu olmamalı, kaldırın şu tecriti!' diye bitiyor. Harika bir anlatım!
O gün ben tecritte değil, yönetim masasındaydım ve soluk soluğa notlar alıyor ‘Yaşananları, gözlemlerimi mutlaka yazıya geçirmem gerek!’ diyordum. Sanatın, tiyatronun dili, yaşanan acımasız sansürü sonunda kırdı; sanat ve tiyatro toplumsal görevini yerine getirdi işte! Önlenebilir trajedi, tecrit artık kitlelerce bilinecek. Yalçın Ergündoğan, 11 numara yazmış, ben yazmasam da olur!"
Sağlığınıza kavuşmanızın sevinciyle yazıyorum.
Halkın, “soluğu bile faydalı”, diye bir tanımı vardır; onlardansınız, takvimlerden hiç eksik olmayın. Sevgilerimle. Bilgesu”


* * *

“Askeri çözüm” yanlısı “3 B” birbirine girdi. Büyükanıt, Baykal ve Bahçeli'nin son günlere damgasını vuran sert tartışmalarındaki maksat; “siyaset” yerine “sertliğin” nasıl daha iyi uygulanabileceği üzerine... Ama, yaşamın cilvesi mi desek, yoksa ‘paradoks’ mu? Tartışma aslında maksadı ‘o’ olmasa da; ‘demokrasinin önünü açıcı’ bir işlev de gördü. Eleştirilemez sanılan eleştirildi, bir tabu daha yıkıldı...
Bugün, benim ‘doğum günüm’...





Yalçın Ergündoğan
 X: @Y_Ergundogan    Threads:  @Yergundogan
Mastodon:  @Yergundogan    E-Posta: yalcin.ergundogan@gmail.com


Bu makale ilk olarak 8 Mart 2008 tarihinde BirGün gazetesi ve Sesonline.net internet gazetesinde yayınlanmıştır.] 




* * *




===============================================




Yaşam saat ve takvim


Geçen hafta eve dönüp, bilgisayarımın başına yeniden geçtiğimde dikkatimi ilk çeken şey masamın üzerinde duran takvim oldu. Yeni bir güne başlarken, her eskiyen günün üzerine bir çarpı koyduğum takvim bıraktığım yerde, en son çarpı koyduğum günde durmuştu. O an anladım. Günlük çalışma ve koşuşturmaca içinde hiç anlaşılamayan zaman, benim için durmuştu.

Ertesi gün gazeteye gittiğimde, aynı duyguyu bir kez de orada yaşadım. Gazetedeki masamın üzerindeki takvim de aynen bıraktığım gibi duruyor. Ben işaretlemediğim, üzerine çarpı koymadığım için birer birer çabucak akıp geçiveren günler öylece kalmış, zaman durmuş.



Tıpkı, 6 Mart’ta Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Beyin Cerrahisi ameliyathanesindeki gibi.

Geçirdiğim ameliyat öncesi, anestezi uzmanı kadın doktorun kolumdan zerk ettiği ilaçtan sonra bana; “Yalçın bey, yaptığım ilaç biraz başınızı döndürecek, endişelenmeyin” demesinden sonra sırt üstü yattığım ameliyat masasında, tepemde duran aydınlatma ışıklarının birden bire dönmeye başlaması üzerine ağzımdan çıktığını anımsadığım son cümle; “evet doktor hanım, başım dönmeye….” Sonra, sonrası yok.

Film orada kopmuş. Yaşamla ölüm arasını belirleyen demek bu kadar ince bir çizgi imiş. Bizzat yaşayarak tanık olmak da başka bir şeymiş demek…

İşte ‘o an’. Bilinç açılıp, yeniden düşünmeye başlayınca ‘o an’ daha bir anlam kazanıyor:

- “Ya uyanmasaydım?!”

Masamdaki takvim öylece kalacaktı. Son işaretlediğim eskiyen günde…

Her sabah doğmasına alıştığım güneş doğmayacaktı benim için. Sevdiklerimi bir kez daha görmeyecektim. Çok sevdiğim ve özenle koruduğum kitaplarım, kütüphanem öylece kalacaktı bensiz.

“Güzel günler göreceğiz çocuklar” umuduyla ve itici gücüyle baskı ve sömürünün ortadan kalktığı eşit ve özgür bir dünya yaratma mücadelesi ‘bensiz’ sürecekti demek ki…

Neyse ki uyandım. Gözlerimi açtım. Gözüme ilk takılan, ‘yoğun bakım’ bölümünün duvarında asılı duran kocaman takvim ve saat oldu. Hangi gündeydik, anımsadım. Takvim de aynı günü gösteriyordu. Demek yaşadığım boşluk aynı gün içindeydi, ama saat ilerlemişti…


* * *



Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahisi bölümünde, İstanbul’da geçirdiğim beyin kanamasının nedenlerini titizlikle araştırarak, tıp tarihinde ender rastlanan oluşumu ortaya çıkarıp yaşamda kalmamı sağlayan ameliyatı gerçekleştiren Doçent Dr. Tayfun Dalbastı (geçtiğimiz ay Profesör oldu) ve alanında dünyaca tanınan ve otorite kabul edilen Prof. Dr. Nurcan Özdamar gibi bilim insanları ve çalışma ekibi sayesinde kâbus bitti… Her ne kadar, onlar; “biz bir şeyler yaptık, ama tesadüfler zinciri yaşamda kalmanı sağladı. Unutma ki; ‘ikinci yaşamındasın’, değerini bil” deseler de…


* * *





Yazılarıma ara vermek durumunda kaldığım günlerde Hrant Dink’in katilleri hâlâ bulunamamış. Dünyada, küresel ısınma artmayı, insanlık da aymazlığını sürdürmüş. Tükiye Kyoto Protokolü’nü hala imzalamamış. Doğa ve hayvan katliamları hiç eksilmeden artarak sürmüş…

Tüm hazırlıkları yapılmış ‘darbe girişimi’nin günlükleri yayımlanmış. Darbeciler değil de, günlükleri yayınlayanlar yargılanmış. En büyük darbeyi de , günlükleri yayımlayan Nokta dergisi kapanarak yemiş!

Ve… 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri, 12 Mart 1971 ile 28 Şubat 1997’den sonra 27 Nisan 2007 akşamı geceyarısına yakın bir “muhtıra” daha verilmiş. ‘Postmodern darbe’den sonra, Bu kez de bir ‘e-muhtıra’mız olmuş.

30 yıl önce 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nı kana bulayan tertibin faillerinin bulunmasını ve katliamın kurbanlarını anmak isteyen topluluğu Taksim Alanı’na sokmamaya ant içmiş hükümet ve yerel yöneticiler, İstanbul’da yaşamı durdurmuş, tüm İstanbullulara yaşamı dar etmişler…


* * *



Ne dersiniz, çok fazla bir şey kaçırmamışım aslında değil mi?… Ama, yaşamak her şeye rağmen güzel. Hele bir de “bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine” olursa…

Nerede kalmıştık?..


Yeniden merhaba!..





Yalçın Ergündoğan
 X: @Y_Ergundogan    Threads:  @Yergundogan
Mastodon:  @Yergundogan    E-Posta: yalcin.ergundogan@gmail.com


Bu makale ilk olarak 5 Mayıs 2007 tarihinde BirGün gazetesi ve Sesonline.net internet gazetesinde yayınlanmıştır.] 



______________________________________________










Hiç yorum yok: